Hani küçükken hep büyümek ister, büyüyünce de her şey güzel olacak, hayat yoluna girecek sanardık ya…
Meğerse bunu dilerken, bilemezdik hayatın en yolunda olduğu zamanların o zamanlar olacağını. Güzel günler nerede saklambaç oynuyor bilmiyorum ve güzel olan her şey niye bir rüyanın uzunluğunda sürüyor ki?
Hayatın gerçekleri de bir alarm gibi çalıp, renkli düşlerden uyandırıyor!
Sahi ben küçükken 25 yaş çok büyük bir yaş değil miydi? Ve birden büyüdük aniden, umutları, hayalleri unuttuk. Yaşadıkça yaşayamadık. Ayağa kalkmayı öğrendikçe ne çok düştüğümüzü farkettik. Biz büyürken hayaller küçüldü, gerçekler hayatımızı çepeçevre sardı. Büyüdük de ne oldu ki? Dertler derya oldu, umutlarımız da kurudu. En kötü his; umutsuz gözlerle yarınlara bakmamız ve en kurtulamadığımız düşünce her bugün de yarın için endişe ediyor oluşumuz değil mi?
Yaşamadığın günlerin kasvetini her gün içinde hissederek, ışıksız yollarda karanlıkla mı savaşmalı yoksa içindeki ışık bir gün parlayacak mı diye düşünüp arafta kalmak acıtıyor insanın canını. Tabii ki rüzgar esse de uçurtmanı uçurmaktan vazgeçmemek lazım ama uçurtma bazen bir dala takılı kalınca bir daha eski neşesiyle uçmayacak gibi geliyor o uçurtma. O dalda kırılacak, parçalanacak ve aldığı hasarı tamir etmek zaman alacak. Bazen zor gelir ya hayatla mücadele etmek, ne yapıyorsunuz siz öyle zamanlarda?
Hani bazen iyi şeyler düşünüp, iyi olanlara odaklanmakla yetinemiyoruz ve erken vazgeçiyoruz ya. İşte o anda ne yapılır mesela? Ya da o anlar çok uzarsa, yıllarınızı aldığını farkettiğiniz günleriniz olursa, yaşamak istediğimiz hayat için savaşma fikri yoruyorsa, gelecek gelmeden korkutuyorsa, bilinmezlikler nasıl bilinip, çözülecek bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa o da bunun büyümekle alakası olmadığı. Büyüse de insan içindeki kırılgan çocuğu yaşatıyor daima. Kabuğuna çekildiği zamanlarda ortaya çıkıveriyor o küçük naif çocuk. İşte tam o zaman gözünde büyüyen yaşın değil, dünya oluyor. Dünya’nın sana sunduğu hayat daha büyük gelince yaşından, yaşadıklarını nelerin üstesinden geldiklerini bile unutturuveriyor bilinmez yarınlar…
İnsan hep yeniden umut etme gücünü içinde bulur ama umut bir duygudur işte ve düşünceler farkındalık oluşturduğunda sen de farklı olursun herkes gibi olmamak, herkes gibi düşünmemek güzeldir aslında. Farkında yaşamak, seni diğerlerine göre olgun ve öngörülü kılsa da yalnız da bırakabilir. Bunu göze alan insanlar da standartlarına ve prensiplerine göre yaşrken kendi kendiyle mutlu olmaya çalışır. Mutluluk zaten insanın içinde olan en özel duygulardandır da dış dünyasına yansıtmak istediğinde iç dünyası dışarıda yadırganabilir. Bir süre sonra herkesin aynı senin farklı olduğunu kabul ettiğinde farklı olana denk gelmek ihtimalinin düşüklüğü de insanlara karşı güvenini günden güne yok eder. Bir var ile bir yok ile duygu ve düşünce selinin akışı da yaşam oluyor galiba.